Şöyle bir eposta aldım:
“Sayın Nilay Örnek,
Sitenizin tanıtım yazısında ‘Mimari anlamda değerli, hikâyesi olan yapıların kaydını düşelim. Bir hafıza oluşturalım, kaynak sunalım’ demektesiniz.
Bu samimi çağrıya kulak vererek, Caferağa, Ruşen Ağa Sk. 18/A, 34710 Kadıköy/İstanbul adresinde bulunan apartmana ait görüntüler ile yazımı paylaşmak istedim.
Saygılar, Sevgiler
Mehmet Bedri Muharrem”
Instagram kullanmayan birinin, siteden bana ulaştırdığı mesaj beni mutlu etti. Fotoğrafları görünce inanamadım. Burası Moda’da benim de hayranlıkla görüntülediğim, “Ah bir gün burada da yaşasam” diyerek iç bile geçirdiğim ancak ismini bilmediğim ‘o apartmandı’.
İstanbul’da Sarıca Ailesi’nin izleri malum. Bu apartmanın da ‘o apartmanlardan biri’ olmasına ve bunu bilmememe şaşırdım. Üstelik mimarı da, Arif Paşa – Sarıca Ailesi’nin pek çok yapısının mimarı Constantine Pappa.
SARICA AİLESİ BİNALARI BİR KONU
Aylar, aylar önce bir mimarlık öğrencisi bana Sarıca Ailesi’nin tüm binalarını yazacağı sözünü verdiğinden hiç o konuya girmemiştim ama konuk yazarım Mehmet Bedri Muharrem yazmışken paylaşayım. Bedri Bey’in yazısındaki daha yorumlu, köşe yazısı formatındaki kısım ile Sarıca Apartmanı bilgi kısmını ters yüz ettim, bunu da belirteyim. Buyrunuz:
HER KATTA 3 KONUT
“Eski ama bir zamanlar taşıdığı görkemli yapısından geriye kalanlarla ayakta durmayı başaran, İstanbul, özellikle de Kadıköy’ün imarında önemli eserlere imza atmış olan mimarlardan Constantine Pappa imzasını taşıyan, Sarıca Arif Paşa adına inşa edilmiş olan kira evlerinden birine konuk oluyoruz.
Sarıca Ailesi, 1903-1906 yılları arasında oldukça geniş olan ailenin bir kısmının ikametini sağlamak ya da kiraya vermek üzere Moda’da Ağa Bey ve Ruşen Ağa Sokak’larının köşesinde Arif Paşa Apartmanı’nı yaptırmıştır.
Yapı, zemin, dört normal kat ve çatı katından oluşan, her katında üç konut biriminin yer aldığı bitişik nizam bir apartmandır.
AH O AYDINLIK!
Küçük parselin elverdiği kalıplar ve ortalama kullanıcı standartları çerçevesinde planlanan bu apartman tipinin birbirine benzeyen pek çok örneğini İstanbul’un Galata-Pera, Ayazpaşa, Şişli ve Kadıköy gibi semtlerinde görmek mümkündür. Ancak söz konusu yapı, küçük parsel sınırları içinde bile plan tipini zorlamadan standardın dışına nasıl çıkabileceğini gösteren ilginç bir örnektir. Yapıyı özgün kılan yanı, giriş holüne açılan, üzeri metal konstrüksiyonlu camla örtülü aydınlık boşluğudur.
Dikdörtgen biçimindeki giriş holünün kısa kenarından, onu dik olarak kesen ve tam aksına yerleştirilmiş yine dikdörtgen biçimindeki aydınlığa geçilir. Aydınlığın uzun kenarının ortasında ve giriş kapısının aksında yer alan zarif merdiven adeta ‘Hoş geldiniz’ der gibidir.
Sokak ile konut birimleri arasında bir geçiş mekânı gibi tasarlanan aydınlık, mekânların hava ve ışık problemini çözerken standartların dışına çıkmıştır. Mimar Pappa’nın yapının hemen hemen ortasında yani en karanlık noktasında tasarladığı aydınlık, düşeyde olduğu kadar yatayda yarattığı etkiyle de görülmeye değerdir.
SİMETRİ DUYGUSU
Arif Paşa Apartmanı cephelerinde sağlam bir simetrik kurgu vardır. Giriş cephesindeki geniş çıkma üzerinde her iki pencerenin bir odaya denk geldiği dörtlü bir düzen vardır. Oldukça saydam olan cephelerde çıkmaların her iki tarafında taş konsollu, Fransız pencereler bulunur. Cephedeki dört farklı korniş, beş yatay katmana işaret eder.
A. Vallaury ve Vedat Tek gibi 19. yüzyılın en etkili mimarlık okulu olan Ecole des Beaux Arts’da eğitim gören Constantine Pappa (Meraklısı buradan da okuyabilir) , dönemin önemli mimarlarından biri olarak yarattığı eserleriyle mimarlık tarihimizdeki yerini çoktan almıştır.
DEMEK Kİ BAZI ŞEYLERİN KORUNMASI GEREK!
Diyeceksiniz ki, birkaç bina ile devrin önemli isimleri adına inşa edilen yapıları, elbette saraylar, köşkler vs. gibi olanlarından başkalarını neden eser olarak değerlendiriyorsun? Elbette, o zamanların modern yapılarında imzaları olan mimarların adlarının tarihe mimar olarak değil, müteahhit olarak geçmeleri gerekmez miydi?
Örneğin, günümüzde pek çok yapının inşasında imzası olan Ali Ağaoğlu’nun adı yüzyıl sonrasında yarattığı eserlerle mi anılacak yoksa müteahhitliği ile mi?
Adlarına mimari eser diyebileceğimiz yapıların ortak özelliklerini göz önüne alacak olursak, nadir olmalarının ötesinde, estetik yapıları, üzerlerinde sarf edilen ustalığın ve emeğin seçkinliği, kalıcılığı ile tarihe meydan okumaları ve her şeyden öte inşa edildikleri günden bu yana mimarlarının isimlerinin bilinmeleri ve adlarıyla anılmaları herhalde onların eser olabilmelerinin de birer ayrıcalığıdır. Dubai Towers acaba bir mimari eser midir?
Yukarıda saydığımız ortak özelliklerin hepsi aynı olsa bile, eğer mimarlık bir sanat ise, sanat açısından hiçbir anlam taşımadığı ortadadır.
Günümüz modern sanat anlayışı ile açıklanabilir bir yapıyı ortaya koymak ile geçmiş yüzyıldaki sanat anlayışını karşılaştırmak anlamsız olacaktır. Ancak bir şehrin imarı ile geçmişi arasındaki ilintiyi koruyabilmek, adına mimarlık denilen becerinin de başarısı olsa gerek.
Dünyanın en eski şehirlerinden birisi olan İstanbul’un tarihi ve mimari dokusunun korunabilmesi adına yüzyıllardır ortaya konulan kaygılar 21. yüzyılda ne yazık ki yok edilmiştir.
Mimarlık çevreyle uyumun sağlandığı yapılar bütünlüğü ortaya koyabilmek adına icra edilen bir tasarım sanatı demek değil midir?
Bu anlamda değerlendirecek olursak Dubai Towers İstanbul’un içine eden yapılar bütünlüğüne, gelecek yüzyıllarda verilecek en güzel örneklerden birisi olarak kalacaktır.
Adlarına mimari eser değil, mimarlığın yüz karası demenin daha yerinde olacağı, iki bin yıldan fazla geçmişi olan İstanbul kentinin kalbine sokulan birer hançer olmaktan öteye geçmeyecek olan, Arap şeyhlerine pazarlanabilme adına inşa edilenlerin tümünün yanında Moda Ruşen Ağa sokak No: 18 adresindeki mütevazi yapı ne kadar da devrin İstanbul’u ile uyum sağlamaktaydı. Çünkü inşasındaki amacından ve mimari kaygısından uzaklaşmamıştı.
Halen koruma altında olmasının nedenleri de aynı sebeplerden ortaya çıkmakta değil midir? Oysa yıkılıp, yerine ne de güzel, İngilizlerin Londra’nın ortasına inşa edilen Gherkin adlı modern yapıya bir benzetmeden yola çıkarak verdikleri isimden esinlenerek “Moda Hıyarı” diyebileceğimiz bir yapı inşa edilebilirdi.
Demek ki, bazı şeylerin korunması gerektiğine inanmaktayız.
2 Yorumlar
pelin
Tarih: 23:32h, 14 Temmuzemeğe geçenlere teşekkür ederim tesadüfen bugün önünden geçtim araştırırken yazınızı buldum muthis bir bina hala etkisindeyim
Nilay Örnek
Tarih: 10:16h, 27 Temmuzteşekkürler