Her sene, arkadaşlarımız Fem ile Sezer’i görmeye gittiğimiz (Muğla) Ula’da pek çok kez istedim ki oraya gitmişken Akyaka’da Nail Çakırhan Evi’ni de göreyim… Gidiyoruz gidiyoruz kapı duvar.
Geçen ay bu durumu Fem Güçlütürk’e anlatırken, “Akşam zaten sizi Eniz’lerin restoranı Agape Djova’ya götürüyoruz; Eniz’e bayılırsın, mimar. Hem Nail Çakırhan ile birebir çalışmış biri” dedi.
Arada olan bitenleri de keyifli anlatırdım da, yazıyı uzatmayayım…
Tanıştık, kaynaştık… Birkaç gün sonra bir sabah anahtarlar bulundu. Biz Akyaka’dan ayrılmıştık ama döndük. Ben, Sinan ve Emre Fethiye’den gittik. Fem geldi, İngiltere’den gelen arkadaşımız Burak ve ailesi de şanslıydı. Normalde bazı etkinliklere özel açılan bu muhteşem evi gezdik. Eniz orada bize biraz anlattı ama ben ondan yazı sözü aldım bir kere…
Eniz, “Bizi Nail Çakırhan ile ilişkimiz bambaşka tabii… Kişisel yazmak zorundayım, benim için bu öyle bir hikâye” dedi, “Daha bile güzel” dedim. İyi ki de demişim! Okuyun anlayacaksınız. Leziz!
Konuk yazarım mimar Eniz Tunca Özsoy:
“HENÜZ AKYAKA YOK…”
Sene 1971. Henüz Akyaka yok. Gökova var, Ula var. Uygun genişliğin olduğu yerlerde şoförlerin birbirlerine yol vererek, tek arabanın ancak geçebildiği yolla, Sakar’dan aşağı salındın mı Gökova’ya erişiyorsun. Gökova bir bölgenin adı. Kerme Körfezi’nden başlayan doğusundaki ova, Kadın Azmağı, civardaki 7-8 köy. Şu an Akyaka diye bilinen yer de Gökova ama sahilde, ‘azmak’ kıyısındaki onlarca restoran, kafe, otel bulunan bu yer, o yıllarda 5-6 ev, ‘azmak’ üzerinde küçük mavi ahşap köprü, bir küçük restoranın bulunduğu balıkçı barınağından başka bir şey değil. Şimdi yanmış yağ, karbonmonoksit kokan bu sokaklar o zaman Karahayıt, iyot, incir ağacı kokan azmak kolları.
KUZULU KAPI!
Yazın tamamını geçirdiğimiz, kışınsa hafta sonları geldiğimiz, her mevsim rutubet kokan tek katlı bir evimiz var. Birkaç da komşumuz. Bir söylenti dolanıyor, Ula’dan Çirkin Ali’nin oğlu ‘Kominist Nail’ bir ev yapmış kendisine öyle böyle değil. Herkes merak içinde… İki katlı koca bir köşk bekliyorlar. Birkaç kadın, bir de 6 yaşındaki ben düşüyoruz yola evi gezeceğiz. Beni zerre kadar ilgilendirmiyor o yaşımda ev mev. Mecbur sürükleniyorum annemin elinden tutup. Evin önüne gelip anneannemin evindekinin aynısı ‘kuzulu kapı’dan giriyoruz bahçeye… (Kuzulu kapı şu; Muğla evlerindeki yüksek taş avlu duvar üzerindeki çift kanatlı ahşap kapı. Sağdaki büyük kanadın üzerinde ortalama boyda birinin başını eğerek girebileceği yükseklikte küçük bir kanat bulunur, büyük kanatlardan eşya, büyük baş hayvan, at arabası geçer. Küçük olan insan içindir ve daha alçak yapılarak eve girenin başını eğerek saygıda bulunması, aynı zamanda da ev sahiplerinin kendine çeki düzen verebilmesi sağlanır. Bu küçük kanat diğer ana kapının yavrusu gibidir ve bu nedenle kuzulu kapı adı verilir. Büyük kanada halatla bağlanmış tunç bir çan, küçük kapı açıldığında bu kanada çarparak çınlar ve ev halkını uyarır, aynı zamanda da ağırlığıyla kapının otomatik olarak kendiliğinden kapanmasını sağlar.)
‘KOMÜNİST AMA… PELİT ÇIKTIĞI KABUĞU BEĞENİYOR’
Önce herkeste bir hayal kırıklığı. Çünkü öyle köşk möşk değil , bildiğin tek katlı Ula evi burası. Gülhatmilerin, kadife çiçeklerinin arasından kayrak döşeli yoldan yürüyüp evin ön tarafına geçiyoruz. Karşımıza ahşap dikmelerin, eli belindelerin taşıdığı Osmanlı kiremiti kaplı çatısıyla sofa çıkıyor. Tavan işlemeleri, sofaya çıkan yarım daire şeklindeki kayrak merdiveni, sofaya açılan kapılarıyla odaların dizilimi Ula’daki onlarcasına benziyor ama bu evde bambaşka bir özen var. Bu ev şık, hem de çok. O yıllarda koministlere çatık kaşla bakan amcalar teyzeler istemeseler de çok etkileniyorlar evden.
Çocukluklarının geçtiği o nohut oda bakla sofa evin bu yorumu, nasıl da etkiliyor evi göstermeye getirdikleri dışarlıklı misafirlerini, nasıl da gören herkesin beğenisini kazanıyor. Böylece betonarme apartman heveslisi bu insanlar tekrar özlerini kucaklayıp ona sahip olmaktan ya da ona ait olmaktan gurur duyuyorlar. Muğlalıların tabiri tersine dönüyor ve ‘Pelit, artık çıktığı kabuğu beğeniyor’.
GELENEKSEL MİMARİ YOLUNUN AÇILMASI
Yıllar sonra Dokuz Eylül Üniversitesi mimarlık bölümünü kazanıyorum. İkinci sınıftayım. Isınamamışım okula, bir bağ kuramamışım. Bölümün kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen bir panelde Nail Çakırhan da konuşmacı. Konu ‘Gelenekten Geleceğe Türk Mimarisi’ ya da buna benzer bir şey.
Nail Çakırhan, Ağahan Mimarlık Ödülünü alalı henüz bir yıl olmuş. “Mimar olmayan biri nasıl bu ödülü alırmış, üstelik komünistmiş” diye konuşuluyor orada burada. Biz öğrenciler de solcuyuz, düzene karşıyız ya Nail Amca kahramanımız. Tüm toplantıların içinde en çok öğrenci katılımı o panele oldu. Panel çıkışı sardık çevresini. Ben herkesten daha gururluyum; ben de yarım Ulalıyım ya, pay çıkarıyorum kendime.
O zaman benim yolum çizildi; geleneksel mimari benim yolumdu. Mezun olunca çalışacağım ofisleri hep bu kritere göre seçtim.
ÜCRET ALMAZDI…
Muğla’nın efsane Belediye Başkanı Erman Şahin ve uzun yıllar Mimarlar Odası’nda görev ve genel başkanlık yapmış, benim de ilk patronum olan Oktay Ekinci öncülüğünde düzenlenen ve o yıllarda çok popüler olan Muğla Kültür Şenlikleri’nin vazgeçilmez konukları İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Cengiz Bektaş ve tabii ki Nail Çakırhan’dı.
Böylece kişisel tanışıklığımız da başladı. Hem Ulalı oluşum hem bir kadın mimar oluşum onu çok mutlu ediyordu. Kendi ofisimi açıp serbest mimarlık yapmaya başlayınca birlikte çalışmayı teklif etti. Projelerinin onun tarafından çizilmesini isteyen çok fazla kişi vardı. O tasarlar, ben önce avan projeleri sonra da uygulama projelerini hazırlardım. O hiç ücret almazdı. Çok ısrar edenler olunca, parmaklarını bir araya getirip kase gibi yaptığı boş avucunu gösterip “Bundan fazla bir şey yiyemem ki, ne yapacağım parayı” derdi.
HAYAT=BAHÇE, ODALAR=EV
Çalışma ofisimiz ödül almış olan evdi. 6 yaşımda ilk kez gördüğüm o eve artık bambaşka bir gözle bakıyordum. Yazın ev önünde (Muğla’da sofaya verilen ad) ya da hayatta (bahçe) çalışırdık. Ula’da odalara ev denirdi. Yaşamın geçtiği oda evken, diğer odadan, ‘öteki ev’ diye söz edilirdi.
Ancak Nail Amca’nın ödül alan evi, Ula’da görülen tek katlı plan tipiyle doğup büyüdüğü 2 katlı ev tipinin bir araya geldiği yeni bir kombinasyondu.
Ev önü, oda dizilimi ve gusülhaneler tek katlı tipten referans almışken, iki odanın ortasında yer alan çokgen ‘Aralık’ (eyvan/ divanhane), abdaslık, iki katlı ev tipinden referans almıştır.
İlk yapıldığı yıllarda her bir pencere arasında pilli küçük kandiller bulunurdu, malum o yıllarda Gökova’da elektrik yoktu henüz. Ahşap baza üzerine pamuk döşek, divan örtüsü, sırt yaslamak için de çok eski bir zanaat olan ahşap karkas ve saman dolgu ile yapılan saz yastıklar konmuştu.
İÇİ NASILDI?
Aralık ve iki yanındaki odalarda da duvarlar boyunca kapı yüksekliğinden itibaren elmalık (Sergen-ahşap raf) bulunurdu. Klasik Ula evinde buralar bazen erzak, bakır kaplar, ibrikler, misafirlere gösterilmek istenen angılı (hamarat, görgülü ) bir Ula kadınının elinden çıkma kaneviçe işlemeli yatak takımları, dedemin evinde fötr şapkalar, pikap ve Muğla Türküleri plakları, kurutulacak meyve, anneannemin dokuması için ipek böceği ve dut yapraklarını koyduğu kutu dururdu. Nail Amca’nın evindeyse onlarca kitap. Prestroyka, glasnost, arkeoloji, eski Türk evi temalı kitaplarla çeşitli şiir kitapları.
SABAH 6’DA MASASINDA
Muğla’dan sabah 08.00 gibi çıkardım. Gökova’ya ne dolmuş var ne otobüs. Yeni mezun olmuş, yeni ofis açmış bir mimarım ya bende de araba yok… Fethiye, Marmaris otobüslerine binip Sakar’daki Gökova sapağında inip yürürdüm eve kadar. O, sabah 06.00 gibi kalkar doğudaki odada, pencerenin önündeki küçük masada çalışmaya başlamış olurdu. Ofiste T cetveli, rapido ile çizip getirdiğim projeleri önüne koyardım. O da bir sonraki tasarımı benim önüme koyardı. Kareli kağıtlara kurşun kalemle yapardı tasarımlarını. Öğlene kadar o hayata bakan pencerenin önünde çalışır, sonra bal rengi Volvo’suyla Gökova’nın en eski balıkçı restoranı olan azmak kıyısındaki Halil’in yerine giderdik.
NELER ANLATIRDI NELER
Siparişe gerek yoktu; et sote, kaşık salata, bi duble rakı, bana da bir bira. Nail Amca cebinde soyulmuş diş diş sarımsak taşır, gün içinde birer birer ağzına atardı. Buralarda Ulalıların lakabı hem yetiştirdikleri o şahane Ula Sarımsağı nedeniyle hem de çok sarımsak tükettikleri için ‘Sarımsakçılar’dı. Yani Nail Amca da tam bir sarımsakçıydı.
Bana Nazım Hikmet’i, ‘Makinalaşmak’ şiirini ilk ona okuyuşunu, kendisinin tepkisini, Rusya’da fabrika önlerinde güzel işçi kızların yolunu beraberce nasıl gözlediklerini, glasnostu, prestroykayı, Karatepe’yi, -eşi- Halet Abla’nın (Halet Çambel) ne kadar uyanık bir kadın oluşunu ve böyle düşünmesinin sebeplerini, Yaşar Kemal’in Halet Abla’dan fırça yemesini, kocası Nail’in Rusya’daki oğlunu buluşunu, her Rusya’ya gidişlerinde hediye etmek için valizine bolca ruj, oje ve naylon kadın çorabı koyuşunu ve onun tabiriyle ‘Nail’in yeni numerosu’ olan sinema filmi oyunculuğunu konuşurduk.
Yemeğin sonunda çok zayıf olduğumu ve yemem gerektiğini söyleyip zorla tereyağında kızarmış ballı cevizli muz yedirirdi.
İNATÇILIK GENLERİNDE
Tekrar Volvo’ya biner, pinar kökünün usul usul yanmaya devam ettiği ocağın iki yanındaki makketlerde (sedir) kısa bir şekerleme yapmak ve sonra da çalışmaya devam etmek için dönüş yoluna geçerdik ama bu kez sol şeritten. “Nail Amca yanlış şeritten gidiyoruz” diyecek olsam kabul etmezdi; neyse ki o yıllarda pek araba yoktu yollarda. İnatçıydı ve bu genlerinde vardı.
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki ‘Pencere’ adlı köşesinde İlhan Selçuk bile yazmıştı bu meşhur inadı. Babası Çirkin Ali ve arkadaşları yine birgün kahvede oturuyorlar. Çoğu Ulalı gibi onlar da avcı. Çirkin Ali karşıdaki dağın zirvesini gösterip “Goca tekeyi görupduru musunuz, ende dağın ançasında ( büyük yaban keçisini görüyor musunuz, şu dağın alnında)” diyor. Arkadaşları itiraz ediyor, “O teke değil” diye. O inatla ısrar ediyor “Teke de teke”. Bir süre sonra karaltı havalanıp uçuyor. Arkadaşları “Gördün mü Ali, uçtu bak” diyorlar ve “Uçsa da teke, uçmasa da teke” cevabını alıyorlar! Oküçücük Ula’dan çıkıp verdiği tüm o mücadele, inançlarına ve inanmayışlarına bağlılığı; kim bilir belki de o gücünü bu inatçılıktan da alıyordu.
80’lerin sonunda artık iyi eğitim almış, dünyayı gezmiş, maddi durumu oldukça iyi bir müşteri profili oluşmuştu. Tek katlı ev tipinden sonra artık 2 katlı evler, köşkler, oteller çiziyorduk.
BARIKÇI BARINAĞINDAN AKYAKA’YA
Nail Çakırhan hiçbir mimari kimliği olmayan bir balıkçı barınağını, evleri merak edilen sokakları gezilen Akyaka’ya dönüştürmüştü. Bu arada Gökova, Özel Çevre Koruma Bölgesi Statüsü’ne alınmıştı. Artık imar kanununun yanı sıra özel plan hükümlerine de uyulması gerekiyordu ve bu hükümler, yapılması gerekenin Nail Çakırhan mimarisi olmasını işaret ediyordu ki bu kriterler onun katılımıyla hazırlanmıştı.
Yıllar geçtikçe onca emek, onca özen, yerel yönetimlerin baskılara dayanamaması, çalışanların ve belediye başkanlarının yeterli donanıma sahip olmaması gibi nedenlerle boşa çıktı.
VE BOZULMA BAŞLAR…
Daha 1994 yılında Akyaka sokaklarında yürüyüş yaparken, bir binayı başıyla işaret ederek “Görüyor musun yozlaşma başladı bile” demişti. Bu yozlaşmanın bu kadar çabuk her şeyi önüne katıp, silip süpüreceğini elbette o yaşımda tahmin edememiştim.
O, dikmelerdeki eli belindelerden, pencere pervazlarının üzerindeki kırlangıç kuyruklarından, giyotin pencerelerden vazgeçişlerin ahşap yerine ahşap görünümlü malzemeye geçişlerin geleceğini ilk bakışta çözmüştü.
Her vazgeçiş Nail Çakırhan mimarisinden uzaklaşmaya sebep olmuştu.
50 yıl öncesini bilmeyenler için şahane bir yer olan Gökova benim gibi burada büyümüşler için burnumuzun direğini sızlatan, boğazımızda düğümlenen bir yer haline geldi. Çok şükür ki ben, Nail Çakırhan’ın, Azra Erhat’ın, Halikarnas Balıkçısı’nın Covasını (Gökova) yaşadım.
- Yazının fotoğraflarını ben -Nilay Örnek- çektim. Tabii bir kısım fotoğraf oradaki tanıtım kartonetinden, belli olacaktır.
4 Yorumlar
Ebru Çalışkan
Tarih: 17:11h, 11 EylülYıllardır çok merak ettiğim bir evdi, gercekten muhteşem bir esermis. Emeklerinize sağlık, teşekkürler
Alev Bilgen
Tarih: 11:34h, 12 EylülNe güzel bir anlatım, bizi o yıllara götürdünüz. Yazana, vesile olana, fotoğraflayana, emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. O güzel insanların da mekanları cennet olsun.
Özcan Özgür
Tarih: 12:56h, 12 EylülEniz yüreğine, kalemin sağlık. Devam et…
Nilay Örnek
Tarih: 18:43h, 25 Eylülteşekkürler