Konuk yazarım doktor-oyuncu-yönetmen ve yazar Ercan Kesal. Önce o anlatsın, sonra ben ekleyeceğim…
“Metin Erksan’la mutad Beyoğlu merkezli gezilerimizin birindeydik. İstiklal Caddesi’ni boydan boya yürüyüp Haşet Kitabevi’ne kadar gittik. Bir süre etrafına bakındıktan sonra hemen sağ taraftaki eski ama görkemli hanı göstererek konuştu:
‘Bak burası Narmanlı. Eski Rusya elçilik binasıdır. Çarlık zamanının… Devrimden sonra ne olduysa olmuş bina Erzurumlu zengin bir hayvan tüccarının, Narmanlıların mülküne geçmiş. Adı ondan sonra Narmanlı Han oldu. Ama sana bugün onu anlatmayacağım. Bugün sana Said -Naum- Duhani’den söz edeceğim’’ dedi.
‘Niye buraya kadar yürüdük ve şimdi niye burdan geri döneceğiz biliyor musun?’
Cevabımı beklemeden devam etti.
METİN ERKSAN İLE SAİD NAUM PAŞA YÜRÜYÜŞÜ
‘Said Bey bu yürüyüşü her gün aralıksız yıllarca yapmıştır da ondan. Kimdir Said Naum Duhani? Turing’in kurucusu. Çelik Gülersoy’un manevi babasıdır aynı zamanda. Sait Bey Osmanlı İmparatorluğu’nun Suriye Mutasarrıfı’nın oğludur. Ömrü, köşk ve konaklarda, muhteşem davetlerde geçmiş. Zenginlik ve ihtişam içinde bir çocukluk ve gençlik yaşamış. Dönemin Fransız güzeli olan bir aktrisle evlenmiş sonra. Bir oğulları olmuş. Çocuk 11 yaşındayken intihar etmiş. Kadın bavulunu toplayıp dönmüş Fransa’ya. Ondan sonrası Said Bey için 32 yıl süren çileli ve kederli bir hayat. Her sabah erkenden kalkış. İlerde bir restoran vardı, orada bir şehriyeli tavuk çorbası. Arkasından elindeki Le Canarien’le Haşet’e kadar yürüyüş. Haşet’den alınan birkaç kitap, dönüş yolunda yine aynı lokanta. Eve geliş ve en üst kattaki ancak bir karyolanın sığabildiği ufacık bir odada tüketilen ömür.’
Bunları konuşarak yürüyüp geldiğimiz ve önünde durduğumuz görkemli binaya bakarak mırıldandı: ‘Ulan bari kebapçı yapmasaydınız şurayı!’
Said Duhani’nin evi çoktan haramiler tarafından işgal edilmiş, bilmem ne ocakbaşı yapılmıştı.”
ERKSAN’IN BAHSETTİĞİ KEBAPÇI…
Ercan Bey’in yazısını okuduktan sonra binaya baktığımda gördüğüm, nispeten temizlenmiş ama ‘ruhu korunmamış’ bir yeni tip yapı idi…
İç mimar Didem Avincan, “Biz oranın rölövesini çıkarmıştık kebapçıyı hatırlıyorum” yazınca belki vardır diye fotoğraf istedim. Bir metinle gönderdi.
Metin Erksan’ın az bile isyan ettiğini Didem Hanım’ın yazdıklarını okuyunca anlıyoruz.
Buradan sonra, üç parafraf boyunca Didem Avincan anlatıyor:
‘HER ŞEY O KADAR MASKELİ Kİ OKUYAMIYORUZ’
“Rölöveye gittik; Çukurlu Çeşme Sokağından geçerken kim bilir ne çıkacak diye bakarken arkadaşım ‘Tamam’ dedi ‘İşte burası’: Gani Gani Naum Paşa Konağı.
‘Ahahaha isme de bak dedim.‘ Bilseydim o zaman Naum kim; oğlu Sadi’ye ne oldu; zannediyorum çok başka hislerle adım atardım.
Daha önce konut olarak kullanıldığını biliyorduk sanırım o zamanlar; ama yapıyı okumak ne mümkün! Ben ömrü hayatımda böyle bir müdahale görmemiştim. Bina duvarlarının iç yüzeyleri tamamen kaplanmıştı; ağaç kabuklarıyla. Evet evet… Bayağı bildiğimiz ağaç gövdesi dokusunu düşünün; her yer kaplanmıştı; adeta ikinci bir kabukla. ‘Belki bölücüleri korumuştur bunlar diye düşündük hani iyi yanından bakmaya çalışarak’. Ahşap tavanlar; sedir oturmalar; galoş giymemizi istediler zannediyorum; yer yer yöresel kumaş kaplamalar…Bir jüt kumaşı kaldırıp “Aaa Ülkü burda mermer sütun var” diye heyecanlandığımı hatırlıyorum; zaten merdivenler blok mermer; dökme demir korkuluklar; var burda bir şeyler ama her şey o kadar maskeli ki; okuyamıyoruz.”
‘ACABA NEYİN KONSEPTİ?’
“Başladık ölçü almaya; oda oda. Her odaya ayrı bir ad vermişler; yani İstiklal’den yürümesek; Güneydoğu’da bir yere geldik diyeceğim. Ama tam neresi hangi yöre o da belli değil; ‘her telden’ var. Hatta bir oda poliüretandan yapılmış mağara duvarı ile kaplıydı. İşte orada koyverdim; ‘Yok artık’ dedim… Acaba bu ne konseptiydi?
Allahım bir de mağaranın bi girintisinde taklit pirinç Apollo heykeli gibi bir heykel görmeyeyim mi; arkadaşımla dakikalarca güldük. Tamam belli işletme sahibi eski eşyalara meraklı… Eski daktilolar çanak çömlekler… 10 eve malzeme çıkar ama yani ölçü alacak duvarı elimizle yoklayarak bulduk resmen.”
GİYOTİNLİ PENCERE AMA MAKARALI-SİSTEMLİ
“Sonradan ofiste araştırmalara başlayınca; belgeler; aslında neydi üzerine çalışmalar; derya deniz… Çok kıymet verilirdi ofisimizde bu yapılara; hikâyelerine; özgün haline uygun projesini çizmek için. En çok da o yorumlamalarını dinlemek isterdim. Neyi ne için yapmışlar vs..
Genelde yapılarda çeşit çeşit giyotin pencereye rastlarız Beyoğlu’nda; ama burada ilk kez makaralı yani kendiliğinden kolayca yukarı kaldırılabilen sistemlisini gördüm mesela… Bu ve benzeri detayları gördüğümüz zaman konağın dönemi içinde önemli yeri olduğunu sıradan olmadığını anlıyorsunuz.
Restitüsyon (yani o dönemde nasıldıyı gösteren özgün hali) projesi sonrası tabii restorasyon (yani günümüzde ne fonksiyonu olacak nasıl olacak) projesi de hazırlanmıştı sanıyorum; tabii sonra kim neyi uyguladı bilemiyorum.
Evet otel uygun bir fonksiyon. Bir konak bu şekilde yaşatılabilir elbette; haddimi aşmak istemiyorum.
Ama bu yorumla olmamalıydı sanki… Otelin sayfasındaki fotoğraflara bakınca yıkıldım. ‘Eskiden neyse o yapılsın’cı değilim tabi ama hiç hikâye yok ki burada; yeriyle bağlamı hani?”
KEBAPÇI GİTMİŞ; OTEL VE PİZZACI
Ben biliyorum ki, sevgili Ercan Kesal bu hesabı sevecek. Bir şey bildiğimden değil de bir his; Enis Rıza ile birlikte yaptıkları ‘Zamanın İzinde’ adlı kitapta Resneli Niyazi Bey hakkında bir yazısı da var; benim de iyi bildiğim ve hakkında yazdığım biri. Eviyle ilgili yazıyı siteden ona gönderdim.
Ne güzel, ne heyecanlı bir dönüş yaptı bana. “Bu kitaplar var mı sende?” diyerek fotoğraflarda paylaştığım kitapları gönderdi. -Kahretsin- bende yok!
Said Naum Duhani ve eserleri hakkında konuştuk biraz. Tabii ki Metin Erksan’dan da.
Bana çok güzel ipucu bilgiler verdi Ercan Bey. -İlerde onları da kullanırım ben…-
NAUM TİYATROSU’NUN KURUCUSU…
Bana binadan, özensizlikten, kebapçının binanın ruhuyla ilişkisizliğinden söz etti. Bakınca binanın bir otel olduğunu gördüm: Naum Paşa Konağı Oteli.
Otelin sitesinde binanın içinden fotoğraflar da var. (Ben de fece fotoğrafı, çatı manzarası ile girişi gösteren fotoğrafları oradan aldım. Naum Paşa, odasından o manzarayı mı görüyordu merak ettim.)
Hotel Naum Paşa Konağı’nın sitesindeki metni de aktarayım:
Naum Paşa Konağı, İstanbul’un kalbi Taksim’de Parmakkapı Sokağı ile Taksim Kuyu Sokağı’nın kesiştiği köşede 125 yıllık geçmişe sahip tarihi bir konaktır. Konağın o dönemdeki sahibi Naum Paşa, İstanbul’un en önemli II.Tiyatrosu olan Naum Tiyatrosu’nun kurucusudur. Şu anda Çiçek Pasajı olan tiyatro binası, 5 Haziran 1870 yılında çıkan büyük Taksim yangınında kül olmuştur. Bu tarih aynı zamanda Naum Paşa’nın da ölüm yıldönümüdür.
Naum Paşa’nın ölümünden sonra Paris’te şaşaalı bir hayat sürdüren oğlu Said Naum Duhani, Fransız operet sanatçısı eşi ile bu konağın ilk katına yerleşmiştir. O dönem Paris’te okuyan çocukları vefat edince, madam ülkesine geri dönmüş, Said Naum Duhani ise konağın en üst katındaki eşyası sadece bir karyola, masa, sandalye ve küçük bir gardıroptan ibaret olan odaya 30 yıl boyunca kendini kapatmıştır. Bu sürede isimleri ‘Eski İnsanlar Eski Evler’ ve ‘Beyoğlu’nun adı Pera İken’ olan kitapları Fransızca kaleme alınmıştır.”
2 Yorumlar
Didem Avincan
Tarih: 12:27h, 14 OcakNaum Paşa Konağı ile ilgili gönderiyi Her Umut Ortak Arar’da gördüğüm akşam Nevzat Sayın’ın bir ‘online’ etkinliği vardı, Üretimhane tarafından düzenlenen. Adı ‘Gündelik Sanat Olarak Mimarlık’. Nevzat Sayın her zamanki gibi, bu kadar geniş kapsamlı bir başlık altında bile düzenli, merak uyandırıcı ve tabi ki akıcı olarak alt başlıklar halinde gruplandırarak anlattı konuyu. Mimarlığın ikna edici olmasından başlayarak ‘beğenmek’ üzerine konuşulurken ”mimarlığın çok çabuk anlaşılamayan yönü, örtülü yüzü,” gibi cümleler not almışım. Zaten sonunda söz alıp Naum Paşa Konağı’nın başına gelenlerden bahsetmesem olmayacaktı, Nevzat Sayın da sabırla dinledi sağolsun:)
Yapı kendinden beklenen fonksiyonu yerine getiriyor belli ki, ama orada size ‘ruhu yok sanki’ dedirten bana ‘ısınamadım’ diye söyleten, tam da mimarlığın o çabuk anlaşılamayan, bizi ona yaklaştıran o yönüne hiç fırsat verilmeyiş oluşu bence. Nasıl yapı inşa ederken yeri yurdu neyse, bir sürü parametre varsa içine de müdahale ederken, korurken, yaşatırken de ‘bir yorum’, yanlış kullanmayayım sözcüğü ama ‘bir bağlam’ gerekmez mi? Acaba o da bu manzarayı görüyor muydu yazmışsınız, yani bu bile bir anahtar…Neyse içim soğumadı sanırım uzattıkça uzatıyorum, Nevzat Bey ‘o hakikaten bir ”çeviri hatası” deyince rahatladığımı hatırlıyorum o akşam, en azından sorun belirlendi:) Bu arada ”çeviri” kelimesini kullanarak anlattıkları da şahaneydi, ayrıca bir toplantı konusu olur cinsten. (Hani ‘Pasajlar Ahmet Cemal çevirisinden okunmalı’ derler ya o geldi aklıma, hakim olmayan biri çeviri yaparsa ne olur diye düşündürdü)
Ne korunması gerekiyor, yapının ta kendisi mi, bazen evet bazen hayır bazen kısmen, en önemli konuşulmalı tartışılmalı bir de bu farkındalığı oluşturmak için eğitime de el atılmalı diye inananlardanım.
Nilay Örnek
Tarih: 13:26h, 14 OcakMuhteşem yorum! Bakış açısı da öyle… “Kötü çeviri” çok iyiymiş…