“Ressam Tiraje Dikmen’in Büyükada’daki evi tekrarlanan rüyalar gibi kalemi elime aldığım anda öykülerime, romanlarıma sızar.
Bahçelerönü Sokak 14 (ben çocukken 12) numaradaki bu ev bizimkine çok yakındı. Tiraje Hanım da nenemle dedemin (Zahide ve Macit Gökberk) dostuydu. Nenemin kayısılı pastası ile gönülleri fethettiği akşam çayı sofralarında onu sık sık görürdüm. Uzun boylu, kısa saçlı ve evlenmemiş bir kadın olması, biz çocuklara fazladan sevecenlik göstermeyişi ilgimi çekerdi. Onu korkuyla karışık merakla uzaktan izlerdim. Ama beni Tiraje Dikmen ile ilgili olarak esas cezbeden şey eviydi.
Sarmaşıkların sardığı yüksek duvarların ardında gizli bu evin bahçesi taraça taraça denize kadar inerdi. Küçük yaşımda evin bekçisinin kızlarıyla dostluk kurmuştum. Bu sayede o büyülü bahçeye giriş vizesini elde etmiştim. Bekçi ve ailesi evin en alt katında, ayrı bir girişi bulunan iki göz bir alanda yaşarlardı. Üç çocuk, anne babaları ile aynı odada uyurdu. İkinci göz mutfak, tuvalet ve yemek masasından oluşan bir alandı. Ama o zamanlar mevsim bize hep yazdı ve arkadaşlarımın evinden içeri girmemi gerektirecek bir şey olmazdı.
Tiraje Dikmen’in meyve ağaçları, çiçek tarhları, kameriyeler ve yosun kokulu gizli köşelerle dolu bahçesi bizimdi. Yorulunca bir sedire uzanır, saatlerce kitap okurduk.
BÜYÜLÜ BAHÇEDEN EVE İLK GİRİŞ…
Bekçinin çocuklarının üstün zekâlı olduğunu fark eden ve onların eğitimini üstlenen de Tiraje Dikmen olmuştur. (Onlara kitap yetiştiremiyordum. İskeledeki Hrisafi’nin kitapçısından aldığım Altın Çocuk Kitapları serisini elimden kapıp bir günde okuyorlardı. Yolumuz yıllar sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde kesişince hiç şaşırmadım.)
Arkadaşlarımın yarı bodrum, iki göz evi beni kesmiyordu. Yukarı katları görmek için yanıp tutuşuyordum. İznim yoktu. Tiraje Hanım kadar beni korkutan köpeği Kara, kiremit renkli duvarın önünde kapıyı bekliyordu. Yüzümü şöyle bir cama dayayıp yemek odasına göz atmam söz konusu değildi.
Yıllar sonra Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yürüttüğümüz bir araştırmanın asistanı olarak kapısını çaldığımda, nihayet çocukluğumun hayali olan o eve girdim. Bu defa çay ve pasta ile ağırlanan kişi bendim. Tiraje Hanım çocukluk hayallerime gülerek, bana evini gezdirdi. O gün evin odalarına girdim, eşyalarına tek tek dokundum. Kokusunu hafızaya kaybetmek için derin derin nefesler aldım.
KAHVALTI SOFRASI’NDA O VAR…
Sonraki yıllarda yazdığım tüm romanlara ve öykülere Büyükada sızdı ve hikâyenin Büyükada sahnelerinde daima bir ev vardı: Tiraje Dikmen’in yalısı. En sonunda, tamamı Büyükada’da geçen Kahvaltı Sofrası adlı romanımı kaleme almaya başladığımda, Dikmen Evi’ni mekân olarak seçmekle kalmadım, hikâyenin başlıca karakterini tıpkı Tiraje Dikmen gibi 1950’li yıllarda Paris’te okumuş ünlü bir ressam olarak kurguladım.
Sonra da kitabın kapağını Tiraje Dikmen’in evinin içinde çekilmiş bir çay sofrasından tasarladık. (Fotoğraf adalı dostum Emine Çiğdem Tugay tarafından çekilmişti.)
BABASI FAHRİ DİKMEN YAPTIRMIŞ
Tiraje Dikmen’in yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği evi 1934 yılında babası Cafer Fahri Dikmen inşa ettirmiş. Baba Dikmen araziyi 1914’te satın almış. Evin mimarı Mikael Nurican (kimi kaynaklarda Nuriciyan) ve kalfa Hristos Dimopoulos. (Bu iki ismin Büyükada’nın incelikle işlenmiş yapılarında büyük emeği vardır.) Bu iki usta Art Nouveau, Art Deco ve ekspresyonist mimari üslupların birleşimi bir yapı ortaya çıkartmışlar. 22 Temmuz 2005’te Adalar Postası’nın rehberliğinde süren bir söyleşide Tiraje Dikmen, Kantakouzinos’a şöyler der:
“Koço Kalfa, bizim ev hiç boyanmadı. 1934 senesinden beri. Hiç boyanmadı bizim ev.”
OYSA HİÇ BOYANMAMIŞTI!
Her Umut Ortak Arar’a yazmak üzere Tiraje Dikmen Evi hakkında araştırma yaparken bu cümleye rast geldiğimde gözlerim doldu. O ev gerçekten de hiç boyanmadı. Ermeni mimarının, Rum kalfasının inşa ettiği haliyle kaldı… Kesme taşların boz rengiyle kiremit renkli girişin soylu uyumunu korudu.
İki gün önce Kahvaltı Sofrası kitabımın Büyükada’da geçtiği sokakları, kiliseleri, otelleri okurlarıma gezdirirken Tiraje Dikmen Evi önüne gelince donup kaldım. Ünlü ressamın bir fırça boya bile vurdurmaya kıyamadığı evi beyaza boyanmış, pencere pervazları kırmızı çerçeveler içine alınmış. Bahçedeki ağaçların bir kısmı sökülmüş, bahçenin köşesinde ufak bir yapı inşa ediliyor. (Belki depo?)
KORUNMASI GEREKEN KÜLTÜR VARLIĞI!
Oysa ev, bahçesi ve ağaçlarıyla beraber “korunması gereken kültür varlığı” olarak tescil edilmişti. Öğrendim ki bir plaj işletmesine restoran ve otel olarak kullanılmak üzere kiraya verilmiş. İçim yandı. Tiraje Dikmen henüz 40 yaşında iken yazdığı ve noterde onaylattığı vasiyetnamesinde evini ve tüm mal varlığını, mezunu olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne bıraktığını beyan etmişti. Bir de şartı vardı:
Tüm mal varlığı derhal satılacak ve elde edilen gelir bu bölümde okuyan çocuklar için burs olarak kullanılacaktı.
KEŞKE MÜZEYE, BİR YAZAR EVİNE DÖNÜŞSE
Tiraje Dikmen 2014 yılının Eylül ayında aramızdan ayrıldı. Sonraki yedi yıl boyunca ev kimsesiz kaldı. Her önünden geçişimde kapının üzerinden başımı uzatıp baktım. Tek başına bir bekçi kadıncağız evi ayakta tutmak için çabalıyordu. Ev, sahibini yitirmiş sadık bir köpek gibi gün be gün köhneleşiyor, dünyaya küsüyordu. İçindeki olağanüstü güzellikteki eşyaya, incecik porselen çay takımlarına, yaldızlı zarif koltuklara ne oldu, hiç bilmiyorum.
Orayı bir otel, bir restoran, bir “beach” olarak düşünmek içimi yakmaya devam ediyor.
Dilerim bir zaman gelir ve o ev bir müzeye, bir sanat merkezine, ya da benim en büyük hayalim olan yazar evine dönüşür…
1 Yorum
Terspabuclar
Tarih: 15:48h, 13 Marteve ayrı Tiraje Hanım’ın kaybolan mirasına ayrı üzüldüm.Resimleri eşyaları en acısı da günlükleri bile korunamamış yazık