Kâzım Şinasi Dersan gazeteci. 1888 Girit doğumlu, Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler okumuş. 1918 yılında Necmeddin Sadak ve Ali Naci Karacan (sonra onlara Falih Rıfkı Atay da katılıyor) ile birlikte Akşam Gazetesi’ni kuruyorlar. Ayrılıklar, ölümler… Dersan, o dörtlü içinden 1957 yılına kadar gazete yönetiminde kalan tek kişi. Reşat Ekrem Koçu’nun değimi ile “İstanbul gazeteciliğini eski lâubâliliğinden kurtarıp Bâbiâlî Caddesine iş ahlâkı getirmiş kimselerden biri”.
Ancak Koçu yazınları ve Hıfzı Topuz anıları gibi metinler olmasa hakkında bildiklerimiz az.
(Hatta fotoğrafını bile bulmak güç, iyi ki ressam Agop Arad, İstanbul Ansiklopedisi’ne bir portresini çizmiş. İnternette olmayan iki fotoğraf ise Pars Tuğlacı’nın Tarih Boyunca İstanbul Adaları adlı kitabından. Bana Hasan Çalışlar gönderdi.)
Kâzım Şinasi Dersan‘ı anmama neden olan ise Büyükada’daki özenle yapılıp döşenmiş, çok iyi korunmuş evi.
ÇOK İYİ KORUNAN, BAKILAN BİR EV
Daha önce Hamaratlar Evi nedeniyle bahsettiğim mimar Hasan Çalışlar ile yaptığımız “Büyükada-Yaşlanmayan Modernler” gezimizde uğradığımız evlerden biri de Kâzım Şinasi Dersan Evi idi.
Hasan ile sohbetimizden alıntılarla başlıyorum anlatmaya:
“Bu eve hâlâ Kâzım Bey’in torunları Gülçin Hanım ve Aykut Bey tarafından çok iyi bakılıyor. Şöyle bir şansları var, Aykut Ağabey, Aykut Mutlu mimar. Duayen iş geliştirici, müteahhit, mimar Asım Mutlu’nun oğlu. Hem annesi hem babası mimar, profesör… Asım-Belkıs Mutlu. Kendi de meraklı, bilgili, bu konularda duayen bir isim. Evin kıymetini biliyor, sık sık gelip oturuyor, eve bakıyorlar”
MİMARI İLGİNÇ BİRİ
“Bu ev bir Edoardo de Nari eseri… De Nari mimar değil, şans eseri gemi çarkçı başısı olarak Türkiye’ye gelip kalmış. Muazzam bir çizim yeteneği var.
Aslında ressam olabilecekken kendisi gibi İtalyan olan mimar Giulio Mongeri’yle tanışıp onunla iş yapmaya başlıyor. İstanbul piyasasında tutuluyor, burada evleniyor. Hayatını burada geçirmiş ve pek çok önemli eser vermiş biri. Büyükada’daki iki binasından biri de bu ev.
Edoardo de Nari çok güzel bir merdiven yapmış eve. O kadar zarif bir küpeşte var ki, insan dokunmak istiyor. Bir de lüks bir yerdesin hissi veriyor…”
DEKORASYONU DA ÖNEMLİ
Hakikaten, mütevazı bir ev gibi de olsa çok klas! Hasan’ın bahsettiği merdivenlerden bir gece elbisesiyle inmemiz gerekiyor gibi…
“Bu evin benim için ikinci önemli noktası evin iç mimarisindeki unsurlar, dekorasyonu” diyor Hasan:
“Pars Tuğlacı’nın bir kitabı var, kitabın kapağı olan tablo da merdivenin yanında asılı. Bu evin içindeki döşeme kaplamaları, goldenler, lambalar, hepsi 1938-39 yıllarında yapılmış ve o dönemden beri hiç değişmemiş, korunuyor. Bu, Avrupa’da bile az rastlayabildiğimiz bir koruma örneği.”
ROMANTİK ADA ERKEKLERİ
“Misal, Kâzım Şinasi Bey’in eşi Paris’teki balaylarında bir lamba görüp beğenmiş. Kazım Bey, sürpriz yaparak o lambayı satın alıp getirtiyor eşi (Fatma Muzaffer Dersan) için. Hanımefendi beğeniyor ama alındığının farkında değil, balayından dönüyorlar bir bakıyor ki lamba ondan önce eve gelmiş. Lamba hemen girişte, ölçek veriyor mekâna. Hanımefendi de zevkliymiş.”
Başka evlerde de böyle sürprizler var. Zamanın ‘ada erkekleri’ romantik!”
İNŞAAT KALİTESİNİN GÖSTERGESİ
Yapım teknolojisi olarak baktığınız zaman, bu ev bizim ‘standart Ada evi’ dediğimiz, kagir, mozaik sıvalı, kalın duvarlı, betonarme döşemeli, beşik çatılı evlerden. Ama proporsiyonları çok zarif, detayları çok güzel. 1937-38 yıllarına baktığınız zaman, Cumhuriyet’in o yıllarındaki inşaat kalitesinin yüksek olduğuna dair de çok iyi ipuçları barındıran bir yapı bu.
“Ki çok zor o dönemde inşaat…” diyorum Hasan’a şöyle devam ediyor: “O yıllarda İstanbul’da hâlâ Rum ustalar var, onların yıllardır taşıdığı gelenek kaybolmamış. Onun için belli birtakım el işçiliklerini elde etmek nispeten kolay ama detay bilgisi… İtalyan mimar, Rum kalfa; bilmiyorum o kombinasyonun nasıl gerçekleşti ama bina neredeyse 100’üncü yılına yaklaşıyor. Ekstra bir destek, enjeksiyona, bir güçlenmeye maruz kalmadan bu kadar sağlıklı ayakta kalması bence mimarinin yapı fiziği kısmı açısından da ilgilenmeye değer.”
Hasan’ın bahsettiği kalfa Hristo Dimopoulos; evin bahçesi de, manzarası da çok güzel bu arada…
“Bahçesi set set iniyor. Bahçenin sonunda, sonradan yapılmış bir ek yapı da var. Onu da Aykut Bey yapmış, çok güzel” diyor Hasan.
EŞYALARIN ÇOĞU İLK GÜNKÜ GİBİ DURUYOR
Dersan Evi’inde mobilyaların, büyük bir Barbie evindeymişsiniz hissi veren pembe makyaj masasının bile durması insanı şaşırtıyor. Ferforje bahçe-balkon sandalyeleri gibi da üretimi olan ya da adaya has mobilyalar her zaman çok ilgimi çekiyor.
“Çok güzel değil mi? Bir de mobilya olarak da yaşlanmayan modernler var. Bu yaşlanmayan modernlerin bir parçası… Bu evlerin içindeki mobilyaların da her biri bir klasik, koleksiyon ürünü olabilecek, koleksiyonlara rahatlıkla girebilecek nitelikte özel tasarımlar. Bir daha benzerini bulamayacağın şeyler.”
KİMLER GELMİŞ KİMLER GEÇMİŞ
Bu arada Kâzım Bey’in torunu Gülçin Mutlu, Semiha Akpınar’ın “Büyükada: Bir Ada Öyküsü” adlı kitabında eve gelen gidenler hakkında şu bilgileri veriyor:
“Büyükbabam Kâzım Şinasi Bey, Vatan Gazetesi sahibi ve baş yazarı Ahmet Emin Yalman’la can ciğer arkadaştı. Halide Edip Adıvar da aile dostumuzdu, eşi Adnan Bey’le gelirlerdi. Ben Halide Edip Hanım’ın kucağında büyüdüm. Halide Hanımlar bir ara Burgaz’da oturdular. Hüseyin Cahit Yalçın, Nizam’da Muratlı Sokağı No:15’deki Danioli’nin evinde oturduğu zaman evimize gelirmiş. Falih Rıfkı Atay, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon da Anadolu Kulübü’nde kalıyorlardı ve büyükbabamla ahbaptılar, bize gelir giderlerdi. Eski İstanbul Valilerinden Lütfü Kırdar ve Muhittin Üstündağ da büyükbabama gelirlerdi. Necmettin Sâdık (soyadı sonradan Sadak oldu) Akşam Gazetesi’nde dedemle ortaktı ve gazeteci idi. Sonradan Dışişleri Bakanı da oldu; o da evimize gelirdi. Hemen alt yolda, Troçki Evi’nin karşısındaki Keresteciyan Evi’nin sahibi Berç Türker Osmanlı Bankası müdürlerindendi. Babamın çok ahbabıydı, evimize gelir gider, büyükbabamla sandalla gezerlerdi”.
































































Henüz yorum yapılmamış.