“Apartmanda satış saat 10.30’da başlamıştı… Apartman dardı. Odalar küçüktü. Koridordan gelip geçmek güçtü. Nohut oda bakla sofa içinde en azından 100-150 kişi toplanmıştı. Hiç kimse önündeki kadının veya adamın arkasından ilerisini göremiyor, tellalın sesi gayya kuyusundan çıkar gibi derinden ve görünmez bir yerden geliyordu. Çamurlu ayakkaplarla kuş tüyü koltukların, kanepelerin, maroken sandalyelerın, lâke masaların üzerine çıkıp birbirlerinin omuzlarından aşarak satılan eşyayı görmeye çalışanların hepsi de kelepir mal alma sevdasına düşmüş insanlardı … Satılığa çıkarılan mallar arasında topyekûn bir yemek odası, bir yatak odası, iki oturma salonu, bir kütüphane ve istirahat odası ve bu odalardaki eşyanın kâffesi vardı. Aile albümleri elden ele dolaşıyor, resimler inceden inceye gözden geçiriliyor, kıymetli ve stil eşya ayrı ayrı
tetkik olunuyor, antikalar, biblolar, yağlı boya tablolar hayran hayran seyrediliyordu.”
Gazeteci Sait Kesler, Tan Gazetesi’nin 5 Şubat 1943 tarihli sayısında avukat Şekip Adut’un evinde yapılan ev mezatını böyle anlatmış.
PODCAST’TEN DİNLEYİP GİDİP BULDUM
Şekip Bey, Varlık Vergisi’nin simge isimlerinden. Ünlü bir Musevi avukat ve vergiyi protesto edenlerden. Kendisi için ön görülen 375 bin TL verginin sadece 4 bin lirasını ödemiş ve 27 Ocak 1943’te -yaş sınırı değiştirilerek 63 yaşında- Aşkale’ye gönderilmiş ve ibreti alem olması için hakkında pek çok haber yapılmış, kâh ahırda yatar, kâh kar kürerken fotoğrafları yayımlanmış.
Yukardaki gazete anlatısını Ayhan Aktar’ın Kıraathane’de Varlık Vergisi hakkındaki konuşmasından (podcast’i var) dinleyip “Acaba hangi apartmandı bahsedilen?” diye düşünürken araştırınca eski gazetelerdeki Taksim Palas satış ilanlarından birini buldum.
Şekip Adut’un bol odalı, dar uzun koridorlu, güzel eşyalı o ‘nohut oda bakla sofa’ dairesi mimarının ismi Victor Adaman olarak Türkçeleştirilen Victor Adamandidis olduğunu kapısına gidince öğrendiğim İstiklal Caddesi’nin hemen girişindeki ‘Taxim Palace’ imiş!
2 Yorumlar
M. Fatih Sağlık
Tarih: 13:21h, 11 Eylül1950 ‘li yılların ortalarında TAKSİM PALAS Apartmanında oturuyorduk. Babam emekli Tabip Albay Dr. Ahmet Saim Sağlık idi. Kendisi Operatör Jinekolog ‘du. GATA ‘da da çalışmış idi. Taksim Palas ( ya da TAXIM PALACE ) hem muayenehane hem de evimizdi. Daha sonra Talimhane Recep Paşa Caddesi ‘ne Gülen Apartmanı ‘na taşındık , Taksim Palas babamın muayenehanesi olarak hizmete devam etti.
Oraya ait anılarım çocukluk anıları. Bir kısmı hatırladıklarım , bir kısmı bana sonraları anneannem tarafından aktarılanlar.
01.10.1953 doğumluyum. Adım Mehmet Fatih Sağlık. 1955 ‘te kardeşim Ahmet Nuri Sağlık doğdu. Annemin adı Beyhan Sağlık idi , İngiliz edebiyatı mezunu idi.
Zayıf bir çocuktum ,pek iştahlı değildim. Anneannem beni beslemek için asansörü kullanırdı. Bir kaşık ye , bir kat yukarı , bir kaşık daha , bir kat aşağı…. Anneannem Hatice Togaç ( Selen soyadını da kullanıyordu ) benim ve kardeşim için çok vakit ayırırdı. Annem ile babamı 1962 ‘de Almanya ‘da bir trafik kazasında kaybettikten sonra bize o baktı.
Sık sık binanın arkasındaki kilisenin bahçesine gezmeye götürürdü bizi. Ve anneannem anlattı yıllar sonra ben 2 yaşındayken 6-7 Eylül 1955 ‘te neler olduğunu. Olaylar başladığında büyük bir kargaşa başlıyor. Babam Albay üniformasını giyiyor derhal. Bizi ziyarete gelen ve Kore savaşına katılmış olan dayım da Yüzbaşı üniformasını giyiyor. Muhtemelen bina girişindeki “Jinekolog” tabelası “bunlar da gavur” , çıkalım yukarı dürtüsünü harekete geçiriyor bir grubun. Gürültü patırtı kapıya geldiklerinde babam ve dayımı üniformalı görünce afallıyorlar. “Af edersin komutanım” diye merdivenleri inip gidiyorlar. Ailece yaşadığımız ve TAKSİM PALAS Apartmanının yaşadığı bir parça tarih.
Bir anım daha var biz o apartmanda otururken meydana gelen ve hafızamdan silinmeyen. Babamla bir züccaciye dükkanından çıkıyorduk. Muhtemelen 1958-1959 olabilir. Sanırım züccaciye dükkanı karşıdaki Fransız Başkonsolosluğu ‘nun devamındaki köşede idi. Biz dükkandan çıkarken içeri giren bir adam babamın ayakkabısına bastı. “Af edersin Bayım” dedi. Hemen cebinden bez mendilini çıkartıp eğildi ve babamın ayakkabısını silmeye başladı. Babam adamı kulundan tutup kaldırdı “istirham ederim” dedi. O zamanlar Beyoğlu öyle bir yerdi. Hatta anneannemin anlattığına göre çok önceleri gezerken parfüm kokuları yayılırmış yandan geçen Hanımefendi ‘lerden. “Fleur d’Amour” isimli bir parfüm çok revaçta imiş o zamanlar.
Bir de emir eri vardı babamın , adı Hamdi idi. En büyük zevkim Hamdi ‘nin kepini kapıp İstiklal Caddesi ‘ne fırlatmaktı pencereden. Zavallı , ben şimdi nasıl inip alacağım kepimi , inzibatlar beni görürse ceza yerim diye dövünürdü. O dönem benim için asker demek Hamdi demekti artık. Ne zaman Taksim civarında bir geçit töreni olsa “Hamdiler geçiyor” diye sevinirdim.
Davetler ve misafir ağırlamaları olurdu ayda birkaç kez Taksim Palas ‘ta otururken. Aşçı bir bayan gelir , yemekleri , mezeleri hazırlardı. Ve beni bugün bile rahatsız eden ancak o dönemler olağan sayılan bir olay , ıstakoz pişirme ritüeli hep aklıma takıldı kaldı. Büyük bir tenceredeki kaynar suya canlı canlı atılırken zavallı ben mutfaktan dışarı çıkarılırdım. Bir keresinde sandalyeye çıkıp tencerenin içini birkaç saniyeliğine gördüm ve o manzarayı hala unutamadım. O zamanlar ‘sosyete’ kavramı bugünkünden farklı idi. Tanık olduğum davetlerde doktorlar , eczacılar , rütbeli askerler , mühendisler , mimarlar bir araya gelirlerdi. Bu yakın dostlar arasında binanın altındaki Taksim Eczanesi sahipleri de vardı.
Nilay Örnek
Tarih: 20:08h, 26 Eylülİyi ki iyi ki yazmışsınız… Çok mutlu oldum. Bu site sizin gibi yazanlar için var.