Burada daha önce de söylemişimdir; ‘Tevâfuk’ çok sevdiğim bir kelime; hakedilen, haklı tesadüf demek… Bu da bir teevâfuk mudur? Nasıl Olunur için Arif Keskiner ile söyleşeceğiz… Okuyorum. Arif Bey, Ergin Günçe’den bahsediyor… Sonraları ‘Komünist Arif’ lakabını bili almasına yol açacak Nazım Hikmet şiirleriyle, sonrasında oğlu gibi olacağı Yaşar Kemal ile onu tanıştıran kişi… Bir tür entelektüel yol gösterici… Ona imrendiği, çok beğendiği, hep andığı da belli… Söyleşiden önce ve sonra biraz Ergin Günçe okudum…
Üzerine Can Öktemer’in yazısı gelmez mi?!
Biricik sitemi yapan Eylül Görmüş’e ithaf edilmiş, Ergin Günçe’yi yaşadığı apartman ile anan bir yazı. Üstelik Can, Ergin Bey’in oğlu Dadal Günçe ile buluşup bu yolları onunla yapmış…
Ne mutlu.
Kısacası konuk yazarım Can Öktemer, okuyalım…
“Eylül Görmüş’e…
Kuğulu Park’ın tam karşısında, dik yokuşun ardında yer alan Yazanlar Sokak’ın dört tarafı büyükelçiliklerle çevrilidir. İnsan bu kadar büyükelçiliğin arasına düşünce, doğal olarak kendini hizaya çekebilir, resmiyete davet edebilir. Bürokrasiyi cümle içerisinde kullanabilir. Neticede ağızdan çıkacak en ufak uygunsuz kelime, ülkeler arası bir krize neden olabilir. Lakin Yazanlar Sokak, sadece resmiyeti, dik yokuşları, kuşları ve ağaçlarıyla değil, aynı zamanda bir zamanlar bir şaire ev sahipliği yapmasıyla da biliniyor.
1960’lı yıllarda De Gaulle’ün Türkiye’yi ziyaret ettiği, Galatasaray Lisesi’nde Ferhan Şensoy’un arkasından mavra yaptığı sırada, Fransız Büyükelçiliği’ni kesen sokağın başında Koruk Apartmanı yer almaktadır. 1964 yılında inşası tamamlanan bu apartman, Ankara’da 1950’li yıllar sonra başlayan çok katlı konut hamlelerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bu apartmanlar mimari olarak çevreyle uyumlu, gökyüzünü kapatmayacak büyüklükte, yeşillikle iç içedir. Koruk Apartmanı’nın mimari yapısının da buna uygun olduğu söylenebilir.
KENT PLANLAMADAN VAZGEÇİLİRKEN…
Her ne kadar Ayrancı yıllar içerisinde mimari açısından bir devamlılık arz etse de 1960 ve sonrasında Ulus, Yenişehir ve Kavaklıdere aksı üzerinden büyüyen Ankara, artan nüfus artışı ihtiyacına paralel olarak Cumhuriyet’in erken dönem kent planlamalarından yavaş yavaş vazgeçildiği, iki katlı evlerin yavaş yavaş yıkıldığı, bağların asfalt yollara dönüştüğü, kentin ütopyasının düşüşüne paralel olarak kavak ağaçlarının huzursuzlukların başladığı bir tarihi de imlediği söylenebilir.
‘TÜRKİYE KADAR BİR ÇİÇEK’…
Koruk Apartmanı’nın tarihsel olarak değeri ise, bir dönem ‘Türkiye Kadar Bir Çiçek’ (Günçe’nin şiir kitabı) olan şair Ergin Günçe’ye ev sahipliği yapmasından gelmektedir. Mülkiyeli Ergin Günçe, iktisatçı, haliyle Marksist’tir. Üniversite çevresinde nüktedan ve inandığı doğruları çekinmeden söyleyen biri olarak bilinir. Edebiyat dünyasında da şairliğiyle tanınır. Şiirleri akımların, ezber kalıpların dışınadır; kendine hastır. Dizelerde ölüm ve gençlik temaları baskındır. Günçe, şiirlerinde tanık olduğu çağı, hayatını, genç kayıpları anlatır. Dizeler ağırdır ama umutsuz değildir. Cemal Süreya onun şiirleri için ‘Bir savaşçı gibi değil de, bütün hesaplarını vermiş eski bir uygarlık gibi konuşmaktadır’ ifadesini kullanır. 1964 yılında “Genç Ölmek” isimli ilk şiir kitabı yayımlanır. Şairliğinin yanında akademisyendir. London School of Economics ve Sorbonne’da yükseköğrenim görür. Karl Popper’den ders alır. ODTÜ’de öğretim görevlisi olur. 1969 yılında ODTÜ işgaline adı karışması sebebiyle ODTÜ’yle ilişkisi kesilir. Bir süre sonra üniversitedeki görevine yeniden iadesi gerçekleşir. Ama Devletin ideolojik aygıtlarının gölgesi hep üzerindedir.
Devletin ideolojik aygıtlarının gölgesi hep üzerindedir ‘Benim poliste kaydım varmış, hohoh, poliste kaydı olmanın çiçeği’. Ömrü boyunca sadece yerli ve milli takipte kalmamış, bir ara ‘tehlikeli’ görünüp ABD tarafından da izlenmiş ‘Amerikan polisinde bile fotoğrafım var, hah’ Böyle olunca ne özel sektörde ne de başka bir yerde çalışma imkânı verilmez. Hal böyle olunca Ergin Günçe de evde çeviri yapıp, özel ders vermeye başlar. İşte, tam bu dönemde 1969’da Koruk Apartmanı’na taşınırlar. 1973 yılına kadar da burada otururlar.
‘ŞİİRİN SAATİ YOKMUŞ…’
“Ergin Günçe’nin oğlu Dadal Günçe, evlerinin giriş katında olduğunu, apartmanın üst katında da Anneannesinin dairesinin olduğunu belirtiyor. Kendisi, henüz apartman girişlerine demir koruma takılmadığı o tarihlerde eve pencereden girip çıkar, Anneannesinin balkonundan da toplu konut atılımına başlamamış geniş Ankara düzlüklerine bakarmış. Ergin Günçe, burada oturduğu süre boyunca, özel ders verip, çeviri yapmış. İktisatla olduğu kadar felsefeyle de yakından ilgiliymiş. Kıvrak zekâsının bir uzantısı, kitapları hızlı okur, anlarmış. Şiir yazmanın ise saati yokmuş, defter, kâğıt neresi olursa, aklına düşenleri not edinirmiş.
Bir de Fransa’dan getirdiği Jacques Brel plakları dinlermiş. Pencereden Yazanlar Yokuşuna doğru Jacques Brel melodileri akıp gitmiş.
YUSUF ARSLAN DA KALMIŞ
“Ergin Günçe ve ailesi kısa süre oturdukları bu apartmanda memleketin kısa tarihine tanıklık etmişler. Örneğin, yine Dadal Günçe’nin aktardığına göre Yusuf Arslan bir ara onlarda kalmak durumunda kalmış, ‘tehlikeli’ görülen bir kitabın onlara emanet etmiş. Koruk Apartmanı’nın konukları olmasa da, Dadal Günce, oturdukları başka evlere Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Enis Batur’un da ziyarete geldiğini aktarıyor. 12 Mart’ta yeniden üniversiteyle ilişkisi kesilmiş. Yakın çevresine “Herkes bir defa atıldı. Ben sizden daha kıdemliyim, beni iki defa attılar, galiba beni yeniden atacaklar” demiş şaka yollu. Şaka bir nevi gerçek olmuş. 12 Eylül döneminde adı atılacaklar listesine kaçınılmaz olarak girmiş. 1983 yılında da talihsiz uçak kazası…
O DİZE DE BURADAN
“Yazanlar Yokuşu’nun bir başka önemi ise, adının Ergin Günçe’nin ‘Ben Uzağa Giderken Dadal Uykuda Olacağı İçin’ dizesinin bir bölümünde geçmesidir. “Giderim zorunluyum yabancı ülkeye, telefonun ucunda, Yazanlar Yokuşundan öte, Kuğulu Parkı kıvrıldığında, otobüslerde…” Yalnız Yazanlar Yokuşu, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve buzludur. Yürümeye ve tırmanışa uygun değildir. Bana kalırsa, Ankara’da en ideal yürüyüş mevsimi Eylül’dür. ‘Günlerden eylül, aylardan Ergin Günçe’ Hem zaten bu cümleme ilham olan, tanıdığım bir Eylül’den de bildiğim üzere; Eylül, hem isim olarak, hem de en güzel mevsim döngüsü olarak pek güzel oluyor ve pek güzel duruyor. Olamaz mı, olabilir, doğru. ‘Saçlarına kiraz miraz tak, yılgın olma, bak, birtakım düşünceler birtakım duygularla geliyor’.”
*** Dize alıntıları:
Ergin Günçe, Türkiye Kadar Bir Çiçek, Can Yayınları, 1988
*** Ergin Bey’in fotoğraflarını ben internetten aldım, gerisi hep Can Öktemer’in çektikleri.
Bahsettiğim Arif Keskiner yayını da burada:
Henüz yorum yapılmamış.