“Tam saltanat sürülecek, salonlarında vals yapılacak, odalarında edebiyat terennüm edilecek bir letafetli hane…” Jak Deleon
Şöhretli binaları “Ne olsa biliniyor, ne olsa yazanı var” diye düşünerek yazmamakla hata ettiğimi anladım. Dünyayı döndükçe namı yürüyesi sitemi yapan Eylül Görmüş’ün ısrarıyla yazmaya başladığım Vedat Tek Evi araştırmaları aylar sürmüştür. Ancak “Yazılmamış ne var?” diye bakarken bulduğum ‘birincil kaynaklar’, araştırmama bambaşka boyutlar getirdi. Şahitsiniz; pişman değil, mutluyum:)
Bu yüzden, hiç bilmeyenler için bina hakkında bazı temel bilgiler paylaşırken hiç yazılmamış ayrıntılar da vermeye çalışacağım. Buyrunuz…
NİYE ÜST ÜSTE İKİ ŞAHANE EV?
Malum, müthiş fotoğraf ve yeni bilgilerle yazdım; mimar Vedat Tek, Nişantaşı’ndaki ilk evini 1908 yılında şimdiki evinin hemen yan parselinde, günümüzde Yaşaroğlu Apartmanı‘nın olduğu araziye yapıyor.
Mimar oğlu Nihat Tek’in bana kaynak olan notlarında ‘numunelik denecek kadar güzel bir ev’ olarak nitelendirdiği ilk ev varken yanına bir ev daha yapılması, biraz zorunluluktan, biraz da Vedat Tek’in ‘meydan okumaları sevmesinden’ sanki…
190 m2, eğimli ve çok biçimsiz bir alana her santimetresi özenle düşünülmüş, bakılacak, konuşulacak bir ev yapmak; imkansız görünürken, olmuş!
SULTAN’IN SÜNNETİNİ VEDAT TEK’İN DEDESİ YAPMIŞ
Zorunluluk dediğim de şu; Hekim İsmail Paşa Konağı’nı da anlatmıştım. Saray’da hekimbaşı olan Vedat Tek’in anne tarafından dedesi Hekim İsmail Paşa, mühim biri. Alakasız gibi ama bu bilgiyi de bir kişisel metinde bulmuşken kayda geçireyim istedim, Sultan Abdülmecid’in sünnetini de o yapmış. Sultan Abdülmecid’in oğlu Mehmet Reşad ile Saray’da yaşayan hekimbaşının kızı Leyla Saz çocukluk arkadaşı (bu bilgi sonra işimize yarayacak).
Neyse… Yıllar yıllar sonra Beşiktaş’taki geniş Hekim İsmail Paşa Konağı yıpranıyor, yıkılıyor oradan kalan bazı parçalar Leyla Saz’ın isteği ile Vedat Tek’in Nişantaşı’ndaki evinin önündeki boş arazide toplanıyor. Belediye, Vedat Tek’e bunların icabına bakması uyarısını sık sık yineleyince Vedat Bey, o malzemeleri de içinde değerlendireceği bir ev yapmaya karar veriyor.
Oğlunun anlatımıyla 1914’te mimar Vedat Tek yeni evine yerleşiyor.
EŞYALARINI DA KENDİ YAPAN MİMAR
Öyle bir ev ki, her ayrıntısı incelikle düşünülmüş, pek çok farklı konuya ilgisi ve yeteneği olan (kesin bu metnimi de okumalısınız) Vedat Bey’e hitap eden alanlar da açılmış. Mimar, Kütahya çiniciliğini çok önemsiyor, eserlerinde kullandığı tüm çini panoları kendisi tasarlayıp özel siparişle yaptırıyor.
Evinde desinatörler odası, marangozhane de olan “mobilyalarını kendi çizip yapan ya da yaptıran” Vedat Bey, tabii ki evindeki kalem işlerini ve alçı süslemelerin desenlerini kendisi çizmiş. Etajerler, tabureler, masalar, resim çerçeveleri ve pek çok şeyi Vedat Bey kendi yapıyor. Vedat Tek’in “büro odası” ile bitişiğindeki büyük salon odasının tavanları renkli kalem işi ve altın yaldızlı kartonpiyerlerle bezenmişmiş. Nihad Tek bunların yıpranıp bozulduğunu yazsa da bugün bile izlerini görmek mümkün. İkinci kattaki bir odada “Kütahya fayans ile kaplı renkli bir tavus kuşunu temsil eden bir lavabo” varmış ama o da bugün yok. Banyolardaki özel çiniler de zamanla değişmiş, “Avrupa işi fayanslara” dönmüş.
ÇALIŞMADAN UYUMAYA…
Birinci kattaki şömineli salonun, yemek odasının ve hemen yanındaki el yıkama alanının olduğu bölgede Vedat Bey’in çalışma alanı da var. Çalışma alanı, yüksek tavanlı bol çinili, mermerli girişin üzerine geldiğinden bir yarım ara-kat gibi. Merdivenle çıkılıyor. Bugün bile Zihni Bar’a girdiğinizide neresi olduğunu anlayacağınız alanda Vedat Tek’in kütüphanesinin de olduğu bir çalışma alanı var ve oradan bir özel merdivenle üst kattaki balkonlu minik yatak odasına çıkabiliyor. Pek çok odanın 3 kapısı var ve kolayca farklı alanlara açılıyor. Misal yatak odalarının olduğu ikinci katta kahvaltı yapılan, çay odası adı verilen bir alan var. Buraya Vedat Bey’in eşi Firdevs (Dino) Hanım ile kullandıkları büyük yatak odasından da çıkılıyor, Vedat Bey’in kendi odasından da, gibi gibi…
TERASTA VEDAT TEK’İN ÖZEL MUTFAĞI VAR
Evin ahşap doğramalarının kilit, menteşe, kapı kolları gibi bilimum madeni aksamı, Çırağan Sarayı’nın yapımında ABD’den getirilen ve arta kalan paslanmaz altın kaplamalı madeni malzemesinden yapılmış. Bu tip yüksek değerli ama artık malzemeler devrin hazinesi tarafından satışa arz ediliyormuş. Oradan alınmış.
“Evin salon takımları Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Atlas Sineması olan binanın eski sahibi ve Sultan II. Abdülhamid’in Kuyumcubaşısı Köçeoğlu’nun (Agop Köçeyan) birinci cihan harbinin başlangıcında açık artırma ile satılan saray ayarı değerli perde, koltuk ve teferruat ile mefruşatı” imiş.
Dış sıvaları o tarihlerde ABD’den gelen usta bir Ermeni sıvacı tarafından yapılan evin Vali Konağı’na bakan cephesinde, birinci katta, kat silmesinin altında, ikinci kattaki sekizgen yıldız motifi ile aynı hizadaki mavi dikdörtgen çini levhada caddenin o zamanki adı olan ‘Harbiye Caddesi’ ismi yazılı.
En çok ilgimi çeken şey Vedat Bey’in özel mutfağı. Mutfağa pek meraklı olan türlü türlü yemekler yapıp (Atatürk’e bile) börek, makarnalar açan Vedat Tek’in deniz manzaralı teras katında bir mutfağı var. Ve normalde hizmetli odaları ve Vedat Bey’in ‘özel yazlık yatak odası’ burada.
‘SEFER TASI GİBİ’ APARTMANA DÖNÜŞÜM
Evin zemininden bu terasa kadar tek bir şeref merdiveni ile her kata çıkılabiliyormuş bina ilk yapıldığında. Ancak (mimar oğlu Nihad Tek’e göre yanlış bir karar ile) binadaki ilk değişikliği mimar Vedat Tek, -1942 yılındaki vefatı öncesinde- çocuklarına birer kat çıkarmak amacıyla yapıyor. Merdiven kaldırılıyor, konak bir takım değişikliklerle “sefer tası kabilinden” küçük bir apartmana dönüştürülüyor. Malum mimarın Nihat Vedat Tek, Selime Yekta Işıtan, Saadet Ejder ve Belkıs isimli 4 çocuğu var.
“Fakat ne yazık ki biz evlatları, geçimsizlik ve mal hırsı yüzünden bugün yalnız arsası 15 milyon TL’nin üstündeki değerdeki binayı elden çıkarmış olduk” diyor Nihad Tek. Belgenin yazılış tarihini bilmesem de 70’ler olduğunu düşünüyorum.
Yine Nihad Tek, şöyle yazıyor “Anıtlar ve Eski Eserler Koruma Kurumu Kurulu, bu güzel binanın bakımı hakkında, binanın yeni sahipleri çok varlıklı Hacı Resulzade müessesesini bir genelgeyle ikaz etse yerinde olur kanaatindeyim” yazmış. Böylece binanın kime satıldığını da görmüş oluyorum! Ancak Hacı Resulzade müessesesi üyeleri kimler, misal Mehmed Emin Resulzade ile bir ilişki var mı, emin olamıyorum.
BAHÇE NİYE YOK OLDU?
Neyse eve dönersek; ilgimi çeken bir diğer ayrıntı “bahçe”. Eskiden evin bir arka bahçesi de var. Hatta birinci kattaki yemek odasından oraya direkt kapı-geçiş de var. Bahçe nasıl ortadan kalkıyor? O da şöyle.
Vedat Tek, ilk evini oğlunun deyimi ile -bugünkü ırkçılık ortamında böyle yazmak istemezdim ama belge öyle- “bir Kayserili Rum’a satıyor” – İstanbul’un işgal yıllarında bu büyük bir sorun oluyor. “Komşular” işgalci güçlerin destekçisi oldukları gibi komşularına rahatsızlık vermek için de ellerinden geleni yapıyor, bahçelerine çöpler atıyor, ağaçları kesiyorlar. Vedat Tek de sinirlenip bahçesine -kendi ilk evinin de şahaneliğini gölgeleyecek nitelikte, bile bile- bir bina yapıyor. Gel zaman git zaman bu yapıyı da şimdiki Vedat Tek evine ekliyorlar.
İŞGAL YILLARINDA KARARGAH
İşgal demişken, evin Vali Konağı ile kesiştiği sokağa da ismini veren Süleyman Nazif’in işgale karşı (‘Kara Bir Gün’ gibi) metinleri meşhurdur. Nazif’in de dostu olan Vedat Tek, dikkat çekici eviyle işgal kuvvetlerinin hedefi oluyor. Evine göz konulduğunu anlayan Vedat Tek’in, alelacele ördürdüğü duvarlarla evini küçültmesine rağmen İngiliz komutanlarının seçip el koyduğu karargahlardan biri de bu ev oluyor.
Vedat Bey’in, “Türk olduğu için kira ödemeyen, evine el koyan askerlerin evini ve özel eşyalarını yıpratmasıyla ilgili” mektupları var.
Mektup demişken oğlunun anlatımına göre Vedat Bey, sürekli defteri ve kalemiyle gezen, her gördüğü ilginç mimari ayrıntıyı, tramvayda karşısında oturanı ya da sık sık kedisini resmeden bir insan… O defterlere ne oldu acaba, merak etmemek elde değil.
EVE PADİŞAH BİLE GELMİŞ
Bu arada bu evden geçen sadece işgalci güçler değil. Hiçbir yerde daha önce okumamıştım, mutlaka fotoğrafı da vardır diye düşündüm ama bulamadım, padişah da bu eve gelmiş!
Hem de ne geliş…
Demiştim size, Vedat Bey’in annesi Leyla Saz ile daha sonra sultan olacak Mehmed Reşat, Saray içinde koşturan iki çocuk, iki arkadaş. Yıllar sonra çok yetenekli, okullu, binbir kabiliyet Vedat Tek saray mimarı da oluyor. (Hatta çok yeni Müjde Dila Gümüş’ün II. Meşrutiyet’in Saray Mimarı M. Vedad [Tek] Bey kitabı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayınlandı.)
Neyse; Nihad Tek küçük, hayal meyal de hatırlıyor -bu yıllarca da konuşulmuş olmalı-. Enver Paşa, Vedat Tek’in evini padişaha anlat anlat bitiremiyor. Padişah Mehmet Reşad da “Bir limonatanızı içmek isterim” diyor Vedat Tek’e. Tek, 1909’da Sultan Mehmed Reşad’ın (V. Mehmed) tahta çıkmasıyla başmimarlık görevine atandığına ve Vali Konağı 39 numaralı misafir geldiğine göre bu ziyaret, evin yeni bittiği 1914 yılından başka tarih olamaz.
ELİ DE BOŞ GELMEMİŞ
Vedat Bey, başlıyor hazırlıklara… Ama ne hazırlık! Dolmabahçe meydanından bir, Sinanpaşa Camii’nden başlayarak iki, yok Harbiye’den başka bir koldan üç derken yollara direkler diktirip yeşil-kırmızı-ayyıldızlı hilafet bayrağı, defne dalları ve gece için cam fanus içinde fenerler astırıyor.
“Atatürk çok mütevazı bir şahsiyetti, dilediği yere gider dostlarını evlerinde ziyaret ederdi. Fakat padişahlık devrinde bu adet yoktu. Bu itibarla Mimar Vedat’ı evinde ziyaret fevkalade bir olay sayılırdı” diyor Nihad Tek. Sultan Reşad’ın limonata içmeye Enver Paşa, başyaveri Salih Paşa, şehzadeler Ömer Hilmi ve Ziyaeddin ile geldiğini ve Sanayi madalyası takdim edildiğini yazıyor. Eli boş gelmemek diye buna denir herhalde!
İLK TÜRK FİLMLERİNDEN BİRİNE MEKAN OLMUŞ
Mimar Nihat Vedat Tek’in “İlk Türk filmlerinden birinin çekiminde burası dekor olarak kullanıldı” da yazmış. “Hangi film olabilir?” diye bakarken, ilk çekilen yerli filmin tarihinin 1914 olduğunu gördüm. Bu gelişme üzerine Enver Paşa, 1915 yılında “Merkez Ordu Sinema Dairesi” adıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri Foto Film Merkezi Komutanlığı‘nı kurduruyor. Vedat Tek, Enver Paşa yakınlığı düşünülürse bu dairenin çektiği filmlerden biri olabilir. Bu arada ilk sansür 1919’da yapılmış:) 5 yılda olayı çözmüşüz!
BABASININ KIZI VE YEKTA RESTORAN
Peki günümüz… Vedat Tek Evi, son 50 yıldır hep restoranlar, barlarla anılmış gibi.
Atilla Dorsay yazısından aktarayım:
“Zemin katında yıllardan beri küçük (60 kişilik), ama sevimli, seviyeli bir lokanta vardır(…) Kapısındaki bir pirinç levhada Yekta Restaurant yazar ve 1950’den beri açık olduğu belirtilir.
Bu yerin sahipleri Selime ve Yekta Işıtan, İstanbul’un en geniş dost çevresine sahip, toplumsal yaşamın en çok sevilen kişilerindendir.
Nasıl olmasın ki. Mimar Vedat Tek’in kızı Selime ile Belçika’da elektrik mühendisliği eğitimi görmüş olan Yekta bey, 1940’lar İstanbulunun dilinden düşmeyen bir aşk hikâyesi yaşamışlardır.
Çağına göre son derece modem büyümüş, ailesinin 18 yaşında Paris’e gönderdiği Selime ile, bembeyaz giysileri ve ‘dandy’ tavırları ile tüm genç kızların yüreğini hoplatan kolejli Yekta, birbirlerine tutulmuşlar ve tüm engellere, kıskançlıklara karşın 1944’de birlikteliklerini evlilikle noktalamışlardır. Bu birliktelik, tam 38 yıldır sürüyor. Arada iyi-kötü günler oldu. Yekta bey, dostlarının bildiği gibi ağır bir rahatsızlık geçirdi. Şimdi iyiye gidiyor… Ama ben, en kötü günlerde bile, 20 yıla yakındır tanıdığım Selime Hanım’ın neşesini, umudunu, iyimserliğini yitirdiğini görmedim.
Lokantacı, ressam ve turizm tercüman-rehberi olan Selime hanım, karşımda yine birbirinden iyi konuştuğu çeşitli dilleri birbirine karıştırarak, espriler yaparak konuşuyor, anlatıyor.
Selime Hanım, lokantanın baştan beri Türk, Fransız ve İtalyan mutfakları arasında bir denge kurmak amacında olduğunu söylüyor.”
Dorsay, 15 Ocak 1983 tarihli bu yazısında Selime Hanım’ın bizzat mutfağa girerek uzun süre yemekleri yaptığını sonra da iki usta yetiştirdiğini anlatıyor.
Selime Hanım, neşeli, çok dilli, ressam ve yemek yapmayı-yedirmeyi seviyor; babasının kızıymış belli.
PEKİ YA YEKTA BEY?
Ama Yekta Bey de az değil. Jak Deleon onu “Mekânı bağ olsun, çizgili takım elbisesi, ipek fuları ve tanzimat işi kalem bıyığıyla tam bir İstanbul beyefendisiydi Yekta” diye tarif ediyor. İlk 1950 yılında Büyükada’da Yekta Bey’in babasının evinin ahırını dönüştürerek “Yeşil Ada Kulübü” adlı disko-bar’ı açıyorlar. Hatta Türkiye’nin ilk diskoteği iddiası da var. Burası Yekta’nın yeri olarak o kadar meşhur oluyorlar ki, sonrasında Selime Hanım’ın yıllarca yaşadığı ve ilk önce bir dekorasyon mağazası açtığı evin giriş katını restorana çevirdiklerinde ismini Yekta koyuyorlar.
“Yekta Restaurant” -benim anladığım- 40 yıla yakın varlığını sürdürüyor.
SÜLEYMAN NAZİF BAR
Hürriyet Gazetesi Show ekindeki Jak Deleon ise 1990’larda ikinci kattaki Süleyman Nazif Bar’ı anlatıyor.
Süleyman Nazif Bar’ı, 13 şubat 1992 tarihinde Mehmet Kurşuncu, Melih Börü ve Hakan Girgin açmışlar.
“Çevremizde 1910’ların stilinde işlemeli kesme cam lambalar, arkamızda da bir çeşme; prinç musluğuyla duvara gömülmüş, önünde kurnası, hala çalışıyor” diyor mesela Deleon ve şu şahane tanımı yapıyor: “Tam saltanat sürülecek, salonlarında vals yapılacak, odalarında edebiyat terennüm edilecek bir letafetli hane ki, Süleyman ve Vedat beyefendilere ‘bi hakkın’ yakışır.”
VE ZİHNİ BAR…
Yıllar sonra biz mekanı, 2024’ün son aylarında kaybettiğimiz Zihni Şardağ’ın meşhur Zihni Bar olarak biliyoruz. Şu anda da öyle.
İstanbul’da mahalle barı kültürünün en eski ve en popüler temsilcilerinden biri Zihni Bar. Kurucusu Zihni Şardağ şöyle anlatıyor, barın hikayesini Sabah Gazetesi’ndeki röportajında “Nişantaşı Bronz Sokak’ta bir sanat galerim vardı, 1974 yılıydı. Hem sergiler oluyordu, hem de koleksiyonlarım vardı. O sırada Park Otel’in yıkılması söz konusuydu ve eşyaları satılıyordu, Amerikan barı da olağanüstüydü. O barı aldım ve galeriye monte ettim. İtalya’da, 1917’de yapılmış. Herkes bayıldı tabii. Yine sergiler devam ediyordu ama nedense geç saatlere kadar insanlar barda oturup içki içmekten çok keyif aldı ve çok baskı yaptılar bar olması için. ‘Sanat tamam ama bizim gidecek bir yerimiz yok, burası bar olsun’ falan demeye başladılar. Zamanla, giderken kimi para vermeye başladı. Ben ‘Hayır, hayır bu ikram’ diyordum. Biraz da çevrenin zorlamasıyla kendimi o Amerikan barın arkasında buldum. Müziği ben yapıyordum, içkiyi ben hazırlıyordum. Derken birkaç masa koydum ve 1980 yılında açıldı bar. Bir anda galeri bara dönüştü. (…) İlki Nişantaşı Bronz Sokak’taydı, daha sonra Kuruçeşme’deki Zihni’yi açtım, 14 sene devam ettirdim. (…) sonra Nişantaşı’ndaki bu mekanla karşılaştım. Bu barın şubelerini açmayı, kurumsal bir yer olmayı düşünmedim hiç, hâlâ da aynı amatör psikolojiyi taşıyorum.”
2010 yılındaki röportajdan şu ayrıntıları da yakalıyoruz: “Restorasyonun bizzat başındaydım, sevgili dostum Hakan Ezel (Hakan Ezer olmalı) gönüllü olarak üstlendi işi. Projelerini çizdi, bire bir yapmaya özen gösterdi. Vedat Bey’in yaşadığı dönemden sonra burası sık sık kiraya verilmiş başka kulüplere, harap bir haldeydi. Altı ay sürdü restorasyon, ciddi bir para harcadım gerçekten. Çok saygı duydum bu eve ve paramı da seve seve harcadım.”
Mimar Hakan Ezer’in portföyünden de bu yenilemelerin 2006 yalında yapıldığı anlaşılıyor.
Bugün mekan tabii ki pek çok değişime uğramış. Giriş katı Alman Bira Evi, üst kat Zihni Bar. Belki binbir değişiklik geçirmiş ama Vedat Tek Evi hâlâ pek güzel, her daim farklı.
- Yekta Işıtan ve Selime Tek Işıtan, zamanlarının popüler insanları olmasına karşın pek fotoğraflarını bulamamıştı. Melis Hanım, sağolsun aile albümlerinden gönderdi. Şu fotoğraf bilgileriyle “Babam Doğan, Yekta, Halit bey, Selime Yengem-1955 Ada / Annem, Yekta Işıtan, Selime Yengem -Ada’da Yekta’da, 1957 / Babam Doğan ve Yekta – Ada bar, 1956 / Selime Yengem – Babam 1986”
Henüz yorum yapılmamış.